Moda sektörünün petrolden sonra dünyada ikinci en büyük kirletici endüstri olduğunu düşündüğümüzde moda endüstrisinin sürdürülebilir dönüşümü oldukça önemli bir konu. Son yıllarda moda ve tedarik zinciri çok daha fazla ilgi çekiyor, tekstil sektörünün hem çalışma koşulları hem de çevresel etkileri daha fazla tartışılıyor. Bu ilgiyi ve eleştirileri fark eden markalar farklı sürdürülebilirlik girişimleri ile iş modellerini dönüştürme yolunda ilerliyor.
Peki, günümüzde sektöre egemen olan H&M, Zara, Bershka, Forever 21 gibi “fast fashion” (hızlı moda) markalarının sürdürülebilir olması mümkün mü? Modanın sosyal ve çevresel etkilerine ve fast fashion markalarının sürdürülebilirlik çalışmalarına ışık tutarak bu soruya cevap bulmaya çalıştık.
Yazı: Beril Cev
Modanın Etkileri
Fast fashion’u değerlendirebilmek için öncelikle sektörün değer zincirini ve etkilerini incelemek gerekiyor. Bugün kıyafet tüketim hızımız ve giydiklerimizin çeşitliliği bizim için normal olsa da modada tüketim ve üretim trendleri son 20-30 senede büyük değişim geçirdi. 1980’lerde üretimin Asya’ya kaymaya başlamasıyla beraber kıyafet fiyatlarında düşüş hızlandı ve bugün moda endüstrisi dünyanın en büyük üçüncü sektörü haline geldi.
Giydiğimiz ürünlerin renkli mağaza vitrinlerine gelene kadar nasıl bir süreçten geçtiği üzerinde düşünmüyoruz ancak bu süreci geriye doğru izlediğimizde resim, vitrinlerdeki ürünler kadar güzel değil. 1990’lardan itibaren moda markalarının Asya’daki –özellikle Çin’de– sömürüye dayalı üretim modelini hedef alan pek çok protesto gerçekleştirildi. Protestolar sonucunda markaların denetim mekanizmaları geliştirmeleri ve daha fazla şeffaflık sözü vermeleriyle bu eleştiriler hafifledi. Çin’de şartların iyileşmesi ve ücretlerin yükselmesi sonucunda bu sefer üretim yerleri Bangladeş, Hindistan, Vietnam gibi daha ucuz üretim ve daha kötü koşulların olduğu ülkelere kaymaya başladı. Çin giyim ihracatında hala başı çekse de Bangladeş ve Vietnam, Çin’i ihracatta takip ediyor.
2013’te Bangladeş’te önemli markalara üretim yapan Rana Plaza’nın çökmesi sonucu 1133 tekstil çalışanının hayatını kaybetmesiyle gözler tekrar moda sektörüne çevrildi. Son 15 yılda üretimde ve çalışma koşullarında önemli iyileşmeler olduysa da tarihteki en büyük dördüncü endüstriyel kaza olan Rana Plaza’nın yıkılması, bu gelişmelerin ne kadar yetersiz kaldığını gözler önüne serdi.
Dünyanın en büyük kıyafet ve ayakkabı üreticilerinden Türkiye’de durum nasıl?
Her ne kadar tekstil ve kıyafet üretimi dediğimizde akla Asya ülkeleri gelse de Türkiye tekstil üretiminde ve ihracatında pek çok Asya ülkesinin önünde ilk beşte yer alıyor. Zara’dan H&M’e pek çok büyük marka Türkiye’de üretim yapıyor. Küresel markalara üretim yapan tedarikçiler daha iyi denetleniyor fakat Türk markaları henüz üretim koşullarından, çalışan haklarından diğer bir deyişle geniş anlamda sürdürülebilirlikten hiç bahsetmiyor. Türk markalarının, son dönemde Suriyeli kaçak işçilerin yoğun olarak çalıştığı sektörün daha şeffaf bir yapıya kavuşması için tedarik zincirleri üzerine eğilmeleri büyük önem taşıyor.
Tedarik zincirinde neler oluyor?
Bugün markaların neredeyse hiçbiri kendi üretimlerini yapmıyor. Kıyafetler son haline gelmeden önce çok farklı üreticiden geçiyor. Pamuk, iplik, kumaş üretimi, boyama, dikim gibi aşamaların çoğu farklı tesislerde gerçekleşiyor. Emek yoğun üretimin Asya gibi ülkelerde taşeron kullanılarak yapılması çok daha ucuza mal oluyor. Markalar sadece tasarım, pazarlama ve satış üzerine yoğunlaşıyor. Ancak markanın tüm tedarik zincirindeki koşullardan sorumlu olması gerektiği yönündeki baskıyla artık markalar tedarikçilerini denetime tabi tutuyor, tedarikçilerinden belirli ilkeleri kabul etmelerini ve uygulamalarını bekliyor.
Büyük markaların çoğunun bir çevresel ve sosyal uygunluk denetleme mekanizması bulunuyor. Çocuk işçiliğinden iş sağlığı ve güvenliğine, hijyenik çalışma koşullarından kullanılan kimyasallara ve arıtma tesislerine kadar üretim yerlerinin belli standartlara uygunlukları denetleniyor. Ancak hâlâ bu denetimleri gerçekleştirmeyen pek çok marka bulunuyor. Denetimlerin ne kadar etkili olduğu ise ayrı bir tartışma konusu.
Markaların sadece doğrudan tedarikçileri olan kıyafet üreticilerini denetlemesi de yeterli olmuyor. Tedarik zincirinde tekstil üretimi yapan alt tedarikçiler de bulunuyor ve en büyük çevre kirliliği bu tedarikçilerden kaynaklanıyor. Peki kıyafetler bize gelene kadar üretimde nasıl süreçlerden geçiyor ve ne gibi etkilere neden oluyor?
Sürecin ilk aşaması, hammadde üretimi. Kıyafetlerimiz büyük oranda iki ana hammaddeden üretiliyor: Pamuk ve polyester. Pamuk hem fazla sulama gerektiren hem de üretiminde fazla böcek ilacı ve kimyasal kullanılan bir bitki. Kimyasallar çevreyi ve su kaynaklarını kirletirken işçilerin sağlığı için de ciddi tehlike oluşturuyor. Pamuk tarımında pek çok çocuk işçi çalışıyor. Polyester ise dünyada en büyük kirletici endüstri olan petrolden elde edilen bir ürün.
İkinci aşama, tekstil üretimi. İplik üretimi, dokuma, örme, kumaş üretimi, boyama gibi süreçlerde kullanılan yaklaşık 8000 çeşit kimyasal ve boya, hem işçi hem tüketici sağlığı için tehlike oluşturuyor. Boyama ve kimyasal süreçlerde yüksek miktarda su tüketiliyor. Kimyasalların çoğu, su kaynaklarına arıtılmadan bırakılıyor ve önemli oranda kirlilik yaratıyor.
Üçüncü aşama olan kıyafet üretimi ise daha çok kesim ve dikiş adımlarından oluşuyor. Çocuk işçilik, uzun çalışma saatleri, taciz ve şiddet üretim tesislerinde karşılaşılan sorunlar arasında. İşçilerin aldığı maaşlar “yaşanılabilir bir ücretin” altında kalıyor. Bu yüzden işçiler uzun saatler çalışmak, kötü koşullara katlanmak zorunda kalıyor ve yoksulluk sarmalından kurtulamıyor. Bu durum aslında sürecin hem tekstil hem kıyafet üretimi aşamaları için geçerli. Üretimin üç aşamasında da doğaya karbon salımı gerçekleşiyor.
Bazı gerçekler…
Giyim sektöründe çalışan işçilerin %80’ini kadınlar oluşturuyor.
Bir tişörtü üretmek için toplamda 2.270 litre su tüketiliyor.
İngiltere’de bir ailenin yıllık kıyafet tüketimi ile ortaya çıkan karbon salımı 6000 aracın km başına salımına eşdeğer.
Pamuk üretimi dünyada tüketilen böcek ilaçlarının %22,5’inden sorumlu.
Bangladeş’te bir tekstil işçisi ayda 185 TL kazanıyor. Bu ücret bir işçinin temel ihtiyaçlarını karşılaması için gerekenin 4’te biri.
Çoğu giyim tedarik zincirinde olmak üzere dünyada 215 milyon çocuk işçi bulunuyor.
Fast Fashion’ın farkı ne?
Eskiden giyim markaları senede iki defa –bahar/yaz ve sonbahar/kış– olmak üzere koleksiyonlarını yeniler ve iki koleksiyon sunardı. Fast fashion, “lüks marka trendlerini uygun fiyatlarla daha fazla tüketiciye ulaştırma” hedefiyle yola çıktı. Daha uygun fiyatlar, ucuz işgücü olan ülkelerde düşük maliyetlerle üretim gerektiriyordu. Bu model daha uygun fiyatlar sunuyor ama daha fazla satış gerektiriyordu. Tüketicileri tekrar tekrar mağazalara çekebilmek için trendlerin değişim hızı ve sunulan yeni koleksiyonlar da arttı. Eskiden aylar süren tasarım ve üretim süreçleri, tedarik zincirinin küreselleşmesine ve yayılmasına rağmen artık sadece birkaç hafta sürüyor. Her hafta yeni ürünler sunuluyor, yılda yaklaşık 20 yeni koleksiyon tanıtılıyor ve hem üretim hem tüketim inanılmaz bir hızla ilerliyor. Fast fashion bugün ucuz, düşük kaliteli, birkaç kez kullanılıp atılabilir kıyafetlerle özdeşleştiriliyor.
Bir yılda yaklaşık 100 milyar adetin üzerinde kıyafet satılıyor.
İki farklı yaklaşım
Moda değer zincirinde çevresel etkileri azaltmak için ortaya çıkan bu iki farklı modelin yaklaşımını ve uygulamalarını inceledik.
H&M Modeli: Alıp atılan ürünler yerine al geri dönüştür
En büyük fast fashion markalarından H&M, sürdürülebilirliği iş stratejisine entegre etmeye çalışıyor. Aşırı tüketimle “al-at” modeli destekleyen fast fashion’ın sürdürülemez olduğu eleştirilerine “kapalı döngü” (closed loop) stratejisi ile cevap veriyor. Bunun için başlattığı kıyafet toplama kampanyası, tüketicilerin çöpe atacağı kıyafetleri toplayarak bu kıyafetlerin geri dönüştürülmesini veya tekrar kullanılmasını hedefliyor.
H&M, daha az tüketim modeline alternatif olarak kıyafetlerin tekrar kullanımı ve geri dönüşümü üzerine eğiliyor. “Al-giy-at” modeli yerine kapalı döngü “closed loop” sistemini teşvik ediyor.
H&M’in döngüyü kapatabilmek için tüketicilerin iş birliğine ihtiyacı var. Tüketicilerin kıyafetlerini mağazalara getirmesi için bilinçlendirme kampanyası yapıyor. H&M, “Global Change Award” ile döngüyü kapatmalarına yardımcı olacak inovatif buluşlara yatırım yapıyor.
Patagonia Modeli: Daha az tüketim, uzun süre dayanan ürünler
Giyim sektöründe markasını sürdürülebilirlik üzerine inşa eden ve B Corp sertifikasıyla iş modelinin etkiye odaklandığını kanıtlayan bir marka ise Patagonia. Doğa sporları kıyafeti üreticisi olan marka daha dayanıklı ürünler ve daha az tüketimin gerekli olduğuna inanıyor.
Patagonia en iyi üretim sürecinin bile etkileri olduğundan yola çıkarak sürdürülebilirlik anlayışını “etkileri en aza indirmek (the least impact)” yerine “gereksiz zarar vermemek (no unneccessary harm)” olarak kurguluyor. Bunun için uzun süre dayanan ürünler ve daha az tüketim için çalışıyor.
4R Reduce consumption, Repair, Resale, and Recycle (daha az tüket, tamir et, tekrar sat, geri dönüştür)
Patagonia 2011 Kara Cuma (”Black Friday”) reklamı – Patagonia Amerika’da her sene gerçekleşen, özel indirim ve promosyonların sunulduğu bu günde “Gerek olmadığı sürece bu ceketi almayın” mesajıyla alışveriş çılgınlığını eleştiriyor.
Giymediğimiz kıyafetlere ne oluyor?
İstemediğimiz kıyafetler genelde ya çöpe atılıyor ya da hayır kurumlarına/belediyelere bağışlanıyor. Toplanan veya bağışlanan kıyafetlere ne oluyor? Bunların bir kısmı tekrar satılıyor, bir kısmı ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor ve önemli bir bölümü Afrika ülkelerinde ikinci el olarak satılıyor. Örneğin Uganda’da %81 oranında bu ikinci el kıyafetler giyiliyor. Afrika ülkeleri kendi yerel endüstrisini yok ettiği için ithalatı yasaklamak istiyor ancak yaklaşık 3,7 milyar dolar civarındaki ikinci el kıyafet endüstrisini yasaklamaları büyük ülkelerden gelen direnç dolayısıyla pek mümkün gözükmüyor.
Kıyafetlerin Afrika’ya gönderilmelerinin yanı sıra geri dönüşümü de ayrı bir konu. Kıyafetler artık birkaç farklı malzemeden oluşuyor ve bu karışık kumaşları dönüştürmek mümkün olmuyor. Pamuk geri dönüştürülüyor ancak kalitesi düşüyor, bu nedenle sadece belli oranda yeni ürünlerde kullanılabiliyor. Polyesteri geri dönüştürmek ise pahalı bir teknoloji, ticari karlılık ve büyük çapta uygulanabilmesi için teknolojinin gelişmesi gerekiyor.
Global Fashion Agenda 2016 yılında giyim markalarını döngüsel bir sistem kurmak için harekete geçmeye çağırdı. Şu ana kadar 64 şirket bu harekete katılmış durumda. Bu hareketin ana adımlarını, döngüsel üretim sistemlerinin kurgulanması, kullanılmış kıyafetlerin toplanması ve tekrar satışının sağlanması, geri dönüştürülen tekstil ürünlerinin arttırılması oluşturuyor. Kıyafetlerin geri dönüştürülmesi ve döngüsel bir moda endüstrisi yaratmak için çok daha fazla inovasyon ve yeni teknoloji geliştirme doğrultusunda adım atılması gerekiyor.
İngiltere’de her yıl 550 milyon TL değerinde kıyafet çöpe atılıyor.
Bağışlanan ve toplanan kıyafetlerin sadece %0,1’i geri dönüştürülerek tekstil üretiminde kullanılıyor.
Amerika’da istenmeyen kıyafetlerin yaklaşık %85’i çöpe gidiyor.
Özetle…
Fast fashion’la beraber hızlı değişen trendler, artan tüketim ve ucuz kıyafetleri giy-at modeliyle birlikte sektörün çevresel ve sosyal ayak izi de büyüyor. Zararlı kimyasal boyalardan çocuk işçiliğine, kötü çalışma koşullarından çöp alanlarında biriken kıyafet dağlarına sektörün pek çok sorunu ve etkisi var. Tüketicilerin baskısı doğrultusunda önemli etkileri bulunan bu modeli değiştirmek isteyen markalar yeni girişimlerde bulunuyor. Patagonia daha dayanıklı ürünler ve az tüketim üzerine eğilirken, Zara, H&M gibi fast fashion markaları tüketicilerden kıyafetleri toplayıp tekrar kullanma ve geri dönüştürme üzerine yoğunlaşıyor. Toplanan kıyafetlerin geri dönüşümü ticari anlamda hala yeterince karlı değil, teknoloji kısıtlı ve bunların yanı sıra ikinci el kıyafetlerin çoğu Afrika’ya satılarak burada tekstil endüstrisinin gelişimini engelliyor. Moda ve sürdürülebilirlik alanında pek çok yeni ve umut verici adım atılıyor, markalar daha fazla iş birliğine gidiyor. Ancak döngüsel ve sürdürülebilir bir moda endüstrisine ulaşmak için tüketicilerin davranışlarının değişmesinden yeni teknolojilerin geliştirilmesine kat edilmesi gereken uzun bir yol gözüküyor.
Ne yapmalı?
Kıyafetlerin nerede ve nasıl üretildiklerini sorgulayın.
Markaları daha şeffaf olmaları için teşvik edin.
Sosyal medya kampanyalarına katılın. Giysilerinizi kimin ürettiğini öğrenmek için markalara #giysilerimikimyapti (#whomademyclothes) diye sorabilirsiniz.
İhtiyacınız kadar alışveriş yapın.
Kıyafetlerinizi tamir edin veya farklı ürünlere dönüştürün.
Kıyafetlerinizi satın, bağışlayın veya geri dönüştürün.
Kıyafet değiştirme organizasyonlarına katılın veya organize edin.
Daha şeffaf ve sürdürülebilir markalara yönelin.
Yerel ve sorumlu üretimi destekleyin.
Kötü şartlarda üretilen her ucuz ürünü aldığınızda bu üretim koşullarını desteklediğinizi unutmayın.
Bu konuda daha fazla bilgi için…
Markaların tedarik zincirlerindeki koşulları sorgulayan Fashion Revolution (https://fashionrevolution.org/) hareketini,
Fashion Revolution Girişiminin 40 büyük markayı değerlendirdiği Fashion Transparency Index raporunu, (https://fashionrevolution.org/wp-content/uploads/2016/04/FR_FashionTransparencyIndex.pdf)
Greenpeace’in çeşitli markaların tişört örneklerinde bulduğu kimyasallarla ilgili raporu,
Referanslarda yer alan makaleleri inceleyebilirsiniz.