İşlerimiz çok yoğun, patronlarımız anlayışsız, iş arkadaşlarımız dikkatsiz… İş hayatında yaşadığımız memnuniyetsizlikler, aslında olayları yorumlama biçimlerimizin bir ürünü. Bakış açımızın kötümserliği ölçüsünde mutsuz, iyimserliği ölçüsünde mutluyuz. Bu yüzden bakış açımıza ışık tutacak değişimler için de okları başkalarından önce kendimize çevirmemiz gerekiyor.
Memnuniyet derecemizin iç dünyamızda şekillendiğini kabul ettiğimizde, bireysel eylemlerimizle iş hayatındaki memnuniyetsizliklerimizin de önüne geçebileceğimizi görüyoruz. Bu bireysel eylemler, her an gözümüzün önünde! Spor yapmak, yeterli uyumak ve sağlıklı beslenmek… Peki daha fazla önem vermemizin öğütlendiği bu eylemler, iş dünyasındaki modumuzu nasıl etkiliyor?
Yazı: Deniz Yılmaz
Son zamanlarda iş görüşmelerinde masanın iş veren tarafındaki profesyoneller, karşılarındaki adayda en çok aradıkları özelliklerden birinin, “özel hayatta mutluluk” olduğunu sohbet aralarında açık sözlülükle dile getiriyorlar. Yani önce mutlu olacaksınız, sonra o istediğiniz işi kapacaksınız. Mutluluk ile iş performansı ve dahası motivasyonu arasında doğrudan bir ilişki var.
Motivasyon üzerine yazılmış hemen her yazıda karşımıza çıkan önerilerden biri: Spor yapmak. Spor, sadece fiziksel bir aktivite olmaktan öte bireyin kişisel gelişimine de birçok farklı açıdan katkı sağlıyor. Bu katkılardan en önemlisi; kişilerin özgüveni üzerinde tamamlayıcı bir etkiye sahip olması. Fiziksel olarak güçlü hissetmek ve belirlenen hedefe ulaşmanın verdiği tatmin duygusu, kişilerin karakter olarak güçlü hissetmesinde de kayda değer rol oynuyor. Kendinden emin bir bireyin, gündelik yaşamında karşısına çıkan sorunların üstünden gelmesinin ve kontrollü davranışlar sergilemesinin önü açılıyor.
Spor yapmanın iş hayatına olumlu bir diğer etkisi ise takım sporlarına dayanıyor. Takım sporları, bireye sosyalleşme ve beraber çalışma konusunda iş hayatında uygulayabilecekleri deneyimler kazandırıyor.
Motivasyonunuzu artırmak için özen göstermeniz gereken bir diğer nokta, yeterli uyumak. Kaliforniya Üniversitesi Nörobilim ve Psikoloji Bölümü Profesörü Matthew Walker’ın açıklamalarına göre uyku, insan bedeninde meydana gelen olumsuz durumların önünü alıyor; enfeksiyonu önlüyor, kandaki glikoz dolaşımından sorumlu insülini dengeliyor, iştahımızı düzenliyor ve bağırsaklarda gelişen mikrobiyomu koruyor. Walker, uyku ile bağlantısı olmayan ve dolayısıyla uyku eksikliğinden zarar görmeyecek bir organımızın dahi olmadığını ekliyor. “Rutin olarak gece altı ya da yedi saatten daha az uyumak; bağışıklık sistemini çökertiyor, kanser riskini ikiye katlıyor, kan şekeri seviyesini bozuyor ve diyabet riskini artırıyor, kardiyovasküler hastalık ve inme için bir risk faktörü olan tıkanmış arterlerin görülme olasılığını yükseltiyor.” Çalışmalar ayrıca uykunun yeterli alınamaması durumunda şeker ve karbonhidrat zengini besinlere duyulan istekte doğrudan bir artış olduğunu gösteriyor; vücut uykusuzluktan kaynaklanan enerji açığını, enerjisi yüksek bu besinlerle karşılamaya çalışıyor. Uykusuzluğun insan bedeni üzerindeki bu olumsuz etkileri, doğrudan gündelik yaşamı ve dolayısıyla iş hayatımızı etkiliyor, konsantrasyon ve gündelik verimi düşürüyor.
Yapılan bir deney, uykusuzluğun duygu durumumuz üzerindeki etkisine ışık tutuyor. Sağlıklı genç yetişkinlerden oluşan iki grubun duygusal görsellere verdikleri tepkilerin karşılaştırılmasıyla yapılan deneyde; birinci gruba önce sabah sonra akşam, ikinci gruba ise önce akşam sonra sabah olmak üzere iki kez, duygusal tetiklenmeye sebep olabilecek görseller gösteriliyor. Resimlerin ikinci gruba gösterimlerinin arasında geçen sürede, grup bireylerinin uyumuş olmaları, tepkilerindeki duygusallığın ciddi bir şekilde azalmasına sebep oluyor. Yani uyku öncesi gördüğümüz bir imge bizi ağlatabiliyor; aynı imgeyi uyku sonrası gördüğümüzde ise ağlamayabiliyoruz. Bu deney uyku eksikliğinin, duyguları ön plana çıkararak iş hayatında çözüm bulma yeteneğimizi körelttiğini kanıtlar nitelikte. Buna karşılık Walker; uykunun öğrenme, hatırlama, mantıklı karar verme ve mantıklı tercihler yapma kapasitemizi geliştirdiğini söylüyor.
İş hayatında motivasyonumuzu ve memnuniyetimizi yüksek tutmak için yardımına koşacağımız üçüncü silahşör ise sağlıklı beslenmek. Besinlerin, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamanın çok ötesinde bir fonksiyonu olduğunu zaten biliyoruz; “Ne yersen osun!” gibi söylemler karşımıza sık sık çıkıyor. Vücudumuz gibi beynimiz de yeme-içme biçimimizden nasibini alıyor. Bu etkileri araştırmak için ortaya çıkmış yeni bir alan bile var. “Nutritional neuroscience”, besinlerin beynimiz üzerindeki etkisini araştırarak bilişsel ve duygusal davranışlarımızı değiştiren bir işleve sahip olduklarına ilişkin kanıtlar sunuyor.
Kalori kontrolü ve fiziksel aktivite birlikteliğinin “kontrollü stres” etkisi doğurduğu kabul edilen önemli bir görüş. “Kontrollü stres” etkisinin, bedeni daha ciddi saldırılara hazırlayan adaptif yanıt mekanizmasını güçlendirdiği düşünülüyor. Buna tıpta “hormesis” deniyor. Kalori kısıtlaması ayrıca stresi azaltarak öğrenme kapasitesini ve belleği olumlu yönde etkiliyor.
Sağlıklı beslenmenin beyin üzerindeki etkilerinin yanı sıra psikolojik etkileri de büyük önem taşıyor. Avustralya’daki Deakin Üniversitesi Gıda ve Ruh Hali Merkezi (Food and Mood Centre) Direktörü Dr. Felice Jacka tarafından yönetilen bir çalışmada 67 depresif yetişkin rastgele ya bir diyetisyen eşliğine bireysel beslenme danışmanlığı seansına ya da sosyal destek oturumuna atanıyor. Her bir katılımcı, 12 hafta boyunca yedi kez ya beslenme danışmanıyla görüşüyor ya da yedi kez sosyal destek oturumuna katılıyor. Diyetisyen, programına katılanların daha az sağlıksız atıştırmalık tüketmelerini; balık, sebze ve baklagil gibi yüksek besin değerli gıdaları daha çok tercih etmelerini sağlıyor. Araştırmanın sonucunda sosyal destek oturumlarına katılanların sadece %8’inin depresyonunda gerileme gözlenirken, diyet grubunda bu oran %33’ün üzerinde seyrediyor.
Bunlar işin “ne yersen osun, ne yaparsan osun” tarafı. İşin bir de “nasıl düşünürsen öylesin” boyutu var. Hem fiziksel hem psikolojik açıdan bizi güçlendiren düzenli spor, yeterli uyku ve sağlıklı beslenme gibi noktaların yanlarına yine bize yarar sağlayacak farklı savunma mekanizmaları ekleyerek, düşünme yapımızda ibreyi olumluya çevirmemiz gerekiyor. Söylemesi belki kolay ama iyi olmak için iyi düşünmek, iyi düşünmek için iyi hissetmek, iyi hissetmek için fiziksel olarak gerçekten kendimiz olarak “iyi olmamız” gerekiyor.